21 Şubat 2019 Perşembe

Karşılıksız İyilik


   Melih küçük bir el işaretiyle garsona seslendi. "Kardeşim bir soda alabilir miyim?" Garson kafasıyla onaylayıp sodayı getirmeye giderken Serkan telefondan başını kaldırdı ve masadaki diğer iki arkadaşına bakarak : "Al işte, Mehmet'e bak! İhtiyacı olan bir aileye erzak almış bir de üstüne aileyle fotoğraf çekilip Instagram'da paylaşmış." dedi. 1.50 derece miyop olan Nedim gözlerini kısıp, telefona yaklaştı ve arkadaşının bahsettiği paylaşıma baktı, "Bu bizim Mehmet değil mi? Ee, ne var oğlum bunda çocuk iyi bir şey yapmış işte." dedi.

  Serkan kendisine karşı çıkıldığı için biraz sıkılmış olacak ki hafiften yüzünü ekşitti. Kendisinden daha az zeki olan birine laf anlatacakmış gibi sandalyesine şöyle bir kuruldu, başını masaya doğru eğerek Nedim'in gözlerinin içine baktı.

"Bak hacı, bu hayatta gerçekten iyi biri olmak istiyorsan vicdanının sesini dinleyip iyi şeyler yapacaksın. Ama o yaptığın iyi şeyler de bir çıkar kaygısıyla değil karşılıksız yapılmış olacak. Çıkar kaygısıyla karşılık bekleyerek yaptığın iyiliğin benim için zerre değeri yoktur. Şimdi senin başın sıkışsa paraya ihtiyacın olsa benden para istesen, ben sana "Sende benim şu işimi görürsen istediğin parayı veririm" desem bu ahlaklı bir davranış olur mu?"

   Melih garsonun getirdiği sodayı bardağa boşalttı, hazımsızlığını bir kenara bırakıp konuya dahil olma ihtiyacı hissetti.
"Haklısın abi, ahlaksızlık olur kaldı ki iyilik..."

   Serkan onaylanmanın verdiği özgüvenle devam etti:
"Hah, yaptığın iyiliğin karşılığından bir menfaat bekliyorsan sen iyi biri olmazsın, bencil biri olursun. Gerçek iyilikler fedakarlık gerektirir. Fedakar bir tutumun ürünü olmayan sözde "iyilikler" çıkar ilişkisinin bir nesnesi olmaktan öteye gitmeyecektir. "

Nedim sigarasını çay bardağının altlığındaki suya batırıp kül tablasında söndürürken Serkan'ın aforizmavari sözleri sonrasında vereceği karşı cevabı hazırlamıştı.
"Bir dakika bir dakika! Sen müslüman değil misin birader? Müslümanlar yaptıkları iyilikten Allah'ın rızasını kazanmayı beklemiyorlar mı? Ha, bir de cennet çıkarı var o n'olacak?"

Serkan müslümandı ama dindar denilecek biri de değildi. Yine de artık belli bir hayat görüşü vardı ve tartışmaya girmişti bir kere.
"Tamam da hacı bir iyiliği Allah'tan karşılık bekleyerek yaptıysan bunun Allah için ne değeri var? Pazarlık mı yapıyorsun Allah'la, Allah'ın gücüne gider. Allah senden karşılıksız iyilik yapmanı bekliyor, cenneti düşünerek yaptığını bilmiyor mu? Allah her şeyi bilir."

Melih tarafsızlığını bozmayıp ortaya bir soru attı.
"Dur şimdi, oraları karıştırmayın ya! Abicim varsayalım ki benim bir büfem var, tost yapıp sattığım. Ben de iyi biri olarak  tostun malzemesini bol bol koyuyorum. Ama ufaktan da müşteri daha çok beğensin, çevresindekilere de tavsiye etsin diye yapıyorum bunu. Şimdi ben iyi bir şey yapmadım mı yani?"

Serkan arkasına yaslandı ve "Hayır arkadaşım öyle bir dünya yok, sen gayet de çıkarın için malzemesini bol koyuyorsun, bol koyman gerektiğine dair vicdanın sesini dinlediğin için değil." dedi. Nedim, " Ohoo! İyilik mi kalır böyle düşünürsek? Ayrıca senin bu anlattığın birebir Kant'ın ödev ahlakı. " diye çıkıştı. Melih'in hazımsızlığını ve şişkinliğini soda da kesmeyince "Beyler, Kant mant çıkamayız şimdi işin içinden. Hadi, hesabı ödeyelim de kalkalım ya! " dedi.

Melih, Serkan ve Nedim dışardaki masadan içerdeki kasaya doğru hesabı ödemek için başları önde cüzdanlarını karıştırarak girdiler. Alman usulü herkes kendi yediğini içtiğini ödeyecekti. Melih ve Nedim paraları Serkan'a verdiler. Melih bir an önce yürüyüp şişkinliğini atmak için dışarıya doğru yöneldi. Nedim de ayaküstü telefonuna gömülmüştü. Serkan parayı kasadaki görevliye uzattı. Genç garsonların çalıştığı börekçide kasadaki bahşiş kutusuna gözü ilişti. Cebindeki bozuk 3 lirayı oraya attı. Kasadan dışarıya doğru yönelirken Nedim'in telefonla uğraştığını görünce, bugünkü konuşmanın tam üzerine yaptığı bu "iyiliği" görüp görmediği bulanık düşünceleri arasından şöyle bir geçti. Bir iki adım attıktan sonra başını sağ omuzuna doğru çevirip sağ gözünün ucuyla kasadaki görevli ve genç garsona bakıp, "Ulan insan bir teşekkür eder odun herifler, tövbe estağfurullah tövbe!"  diye içinden çemkirdi.

Bu arada Nedim, işletmenin önünde açık havadaki sigara kokusunu ciğerlerine doldururken Mehmet'in Instagram paylaşımına baktı. Mehmet fotoğrafın altına şöyle bir alıntı koymuştu:

"Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?Allah'a ve onun resulüne inanır, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla didinirsiniz. İşte bu, sizin için en hayırlısıdır; eğer bilirseniz. Böyle yaparsanız, Allah sizin günahlarınızı affeder, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte, en büyük kurtuluş budur." Saff Suresi/10-11-12. ayetler

13 Eylül 2018 Perşembe

Sen neden yaşıyorsun? / Hayatın anlamı

Sen neden yaşıyorsun?


Sen kimsin bilmiyorum ama bu yazıyı hızlı hızlı, paragraflara şöyle bir göz atarak okuyacağını ve yazıyı anlayıp özümsemeyeceğini aksine tüketip atacağını biliyorum. Nereden mi biliyorum? Sen, bu yazıyı okuyan, sen hayatını tüketiyorsun. Benim yazımı tüketsen ne olur tüketmesen ne...

Ben senin hakkında çok şey biliyorum aslında, adın, soyadın, adresin değil ha! Nasıl yaşadığını biliyorum. Mesela sen doğdun, büyüdün, okul çağına geldin, mahallendeki o okul var ya, oraya gittin 8 sene okudun. Sonra sınava girdin, iyi-kötü bir liseye girdin, 4 yıl da orda öldürdün. Kız arkadaşların- erkek arkadaşların oldu. Aşık oldun, kavga ettin, küstün, barıştın, lak lak ettin, oyun oynadın. Sonra hepsini bir daha görmemek üzere arkanda bıraktın. Üniversite sınavına girmen lazım dediler. Oturdun, harıl harıl aylarca hatta yıllarca çalıştın. Öyle çok çalıştın ki hayattan soyutladın kendini. O çok sevdiğin sosyal medya profillerini kapattın. Avuttun kendini, “Üniversite de acısını çıkarırım" dedin. Dershanelere tonla para döktü ailen, sonuçta senin geleceğin önemliydi.



İstediğin bölümü kazandın ya da kazanmadın, bir şekilde girdin üniversiteye. Hemen arkadaş çevreni oluşturup, cafelere ve barlara koştun. Kulüplere katılıp sosyalliğin dibine vurdun. Üniversite bitti, iş hayatına girdin. Maaşın az da olsa idare ettin. Artık büyüdün, evlenme zamanı geldi, çevrendekiler darlamaya başladı. Kız arkadaşın-erkek arkadaşınla evlilik hazırlıklarına başladın. Maaşın yeni eve çıkmaya, ev eşyası almaya yetmedi. Bankaya gidip çekebildiğin kadar kredi çektin, zira düğün de yapmak lazımdı. Millet görmeliydi, sen kimseden ezik değildin. Ailelerin de yardımıyla evlendiniz. Masrafları kısıp 5-6 yıl borç ödediniz, borç yiğidin kamçısıydı nasıl olsa.



Evden işe, işten eve gider oldun. Tek hobin akşamları bol entrikalı dizi izlemekti artık. Derken çocuğun oldu, aileniz genişledi. Masraflar artacak demekti bu, olsun dedin "Çocuğum için her şey değer.". Ekstra mesaiye kaldın, borçları-masrafları  karşılamak için. Bu sefer de araba lazım oldu, artık almak lazımdı. Çektin bir kredi daha, girdin borcun altına. Senin hayatın artık sadece senin sorumlulukların değil, çocuğunun ve ailenin sorumlulukları da senin üstündeydi. Annen, baban, eşinin akrabaları, çocuğun, işin, borçların derken kendini unuttun. En son kendine ne zaman vakit ayırdığını unutur oldun, yıllar böyle gelip geçti. Çocuğun büyüdü, evlendi, çoluk çocuk sahibi oldu. E tabi sende torun sahibi oldun. Anneni-babanı kaybettin. Torunlara sardın sende, ama onlar da yeni nesildi en nihayetinde, anlamadın dillerinden. Eşin de öldü, yapayalnız kaldın evde. Kahvelere gidip yaşıtlarınla oyun oynayıp sohbet ettin. Çocuklar da gelip gitmez oldu artık. Sorgular oldun her şeyi. Hayat gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Göz açıp kapamak gibi geldi sana tüm bunlar. Bir sürü yaşanmışlık biriktirdin ama bir o kadar da pişmanlığın oldu. Sonra sıra sana geldi, “Miâdını doldurdun sen" dediler. Attılar seni bir çukura, üstünü örttüler. Oysa senin yapacak daha çok şeyin vardı.



Ölüm kadar net bir yasa yok bu kainatta. İnsanından, bitkisine, evrenine kadar her şey için geçerli bir yasa. Her şey birgün doğacak ve ölecek. Zaman veya mekan farketmez, her an her yerde bizi bekleyen bir son. 5 saniye, 5 hafta,5 yıl sonra... Herkes bilir bunları adını bildiği gibi. Ama neredeyse herkes de kaçar bunlardan. "Ölümle yaşanmaz,unutman lazım" der. Sahiden kendisi de unutur ha, hem de bir daha hatırlamamak üzere. Dünyanın koşuşturmasına, zevkine, acısına, hırsına, tutkusuna dalar gider. Erteler bazı önemli şeyleri. "Aman bir emekli olalım, bakarız" der. Unutur yine emekli olana kadar yaşayıp yaşamayacağını.



Yaşar gider insan bazen, nehirdeki akıntıya kapılmış bir taş gibi. Oradan oraya sürükler hayat nehri kendisini. O akıntıya kapılmış giderken binbir türlü dert edinir kendine.

" Hangi fotoğrafı profil fotoğrafı yapmalıyım? "

" Evin ışıklandırması led mi olsun klasik mi? "

" Bu hafta sonu derbiyi kim kazanır acaba? "

" Hoşlandığım kişiye mesaj yazsam cevap verir mi ki? "



Tüm bu varlık alemi, hayvanlarıyla, bitkileriyle, devasa gezegenleriyle ne için vardı sahi? Milyonlarca spermin arasından birinci çıktınız,doğdunuz,yürümeyi, konuşmayı öğrendiniz ne için? Bu 2 gün sonra aklınız ucuna dahi gelmeyecek sorular için mi? Daha iyi bir araba almak, daha güzel bir karşı cinsle birlikte olmak için mi? Yarın öleceksem daha güzel bir sevgilim veya daha güzel bir arabam olmasının ne önemi var ki?



Ne zaman ölümden ve hayatın anlamından konu açılsa hemen geçiştirir insanlar.,tuhaf tuhaf bakarlar.

“ Ya dur şimdi nereden açtın bu konuyu."   

“ Aman! Böyle şeyler konuşup tadımızı kaçırmayalım şimdi."

" Bu da kafayı sıyırmış böyle şeylerle."derler. Üstten bakar sana, boş işlerle uğraşan bir deliymişsin gibi. Eğlenmek ister o zira, bir günden maksimum ne kadar zevk alırım ona bakar. Okula gider, dizi izler, instagram'da karşı cins avına çıkar, yer-içer, saatlerce yatar. Sahi bu hayvanların hayatına benzemiyor mu? Hayvanlarda yer-içer, çiftleşir ve uyurlar. Ve hayvanlar ölümün ve hayatın bilincinde değillerdir, yani bir gün gelince öleceklerini düşünmezler. Bir geyiğin aslandan kaçması varolma içgüdüsüdür ancak bu, o geyiğin hayat ve ölüm üzerine düşündüğü anlamına gelmez. Aynı bizim "ölümden kaçan ve zevkine bakan" o arkadaşımız gibi...



Böyle bir hayatın hiçbir anlamı yoktur. Böyle bir hayat boşa tüketilmiş ve geri çevrilmiş bir fırsattan başka bir şey değildir. Aklı başında herhangi bir insan bu hayatta bir kez olsun ;

" Neden bu dünyadayım? ", " Neden hiçbir şey yerine bir şey var? ", " Yarın ölecek olsam bugün nasıl bir hayat yaşamak isterdim? " gibi soruları kendine sormalıdır.



Peki ben tüm bunları yazarak neye ulaşmak istiyorum? Sen hayata karşı iyice karamsar ol veya zevklerden, hazlardan elini ayağını çek diye yazmadım. Sadece bu soruları kendine sorduktan sonra hayatına bir yön vermeni istiyorum. Yaptığın eylemleri ne için/ne uğruna yapıyorsun bir düşün istiyorum. Zamanın,hayatın hatta sağlığın ne kadar değerli olduğunu bilmeni istiyorum. Nehirde akıntıya kapılmış milyonlarca hatta milyarlarca taştan farklı bir duruş sergilemeni istiyorum.



İşte tüm bu anlam arayışları insanı hakikate götürecek büyük adımlardır. Önce yoktur ve şimdi varız. Neden yokluktan varlığa geçtik? Tesadüf eseri bu dünyaya (Sartre'ın deyimiyle)fırlatıldık ve acılar/sıkıntılar çekip ölecek miyiz? Bizim bir Yaratıcımız yok mu? Yoksa öldükten sonra dirilip hesap vereceğimiz bir ahiret de mi yok? O zaman neden yaşamaya devam edeyim ki bu kadar acı/sıkıntı çekiyorsam? Beni hayatta tutan şey nedir? Doğduğumuz günden beri mutlu olduğumuz anları üst üste koyup hesaplasak sahi eder mi bir kaç haftalık bir süre? Hayatımızın %1'inde mutlu olacağız diye geri kalanını sıkıntılarla/dertlerle mi geçireceğiz? Sevmediğimiz bir bölümde okumak, saatlerce çalışmak, parasızlık, diğer insanların varlığı, bitmeyen arzu ve isteklerimizle boğuşmak...



Hayatta ya anlam vardır ya da yoktur. Bu iki şeyin ortası yoktur. Hiçbir şey yarı anlamlı yarı anlamsız değildir. Eğer tüm bunlar tesadüfse hayatın anlamı yok demektir. Bir çocuk tecavüzcüsü seri katil ile yardımsever bir insan hakları gönüllüsünün yaptıkları arasında fark yok demektir. Çünkü ikisi de nihayetinde yokluğa karışacaktır. Onlar nasıl yokluğa karışıyorsa eylemleri de yokluğa karışacaktır. Bu çok ağır gelebilir ama kavradığınız an her şeyi kökünden değişterecektir. O yüzden size canlı bir örneğini vermek istiyorum. Utah Üniversitesi'nde hukuk eğitimi almış bir seri katil olan Ted Bundy. Onun hikayesini araştırabilirsiniz ben röpörtajında neler söylediğini aktarayım :



 ‘’Fark ettim ki tüm ahlaki yargılar aslında değer yargılarıdır. Tüm değer yargıları da sübjektiftir. Hiçbirinin doğruluğu veya yanlışlığı ispatlanamaz. Hatta bir yerde Amerikan başyargıcının Amerikan anayasasının kolektif değer yargılarından başka bir şey olmadığını yazdığını okumuştum.  Başyargıcın fak edemediği bir şeyi fark ettim eğer bir değer yargısının rasyonelliği sıfırsa onu milyonlar ile çarpmak daha rasyonel hale getirmez. Bu yüzden kimsenin yasalara uyması gerekmez. Özellikle benim gibi zincirlerinden kurtulmuş güçlü ve cesur bir kişinin hiç! Sonra fark ettim ki, tam manasıyla özgür olabilmek için tamamen sınır tanımayan biri olmak gerekir. Özgürlüğümün karşısındaki en büyük engel bu başkaları tarafından üretilen ve dayatılan saçma sapan değer yargılarına uyma zorunluluğudur. Kendime ‘bu başkaları kim?’ diye sordum. İnsan haklarına sahip diğer insanlar mı? Peki, neden bir insan hayvanını öldürmek başka bir hayvanı öldürmekten daha yanlış olsun? İnsan, domuz, koyun… Bunların bir farkı yok ki. Senin hayatın senin için bir domuzun kendisi için olan hayatından daha mı değerli? Neden kendi alabileceğim daha fazla zevkten bir başkası için fedakârlık edeyim?  Bazı zevkleri ahlaklı bazılarını ahlaksız olarak yaftaladınız. Sonuç olarak güzel bayan, jambon yemekten alacağım zevk ile şu an sana tecavüz ederek öldürürken alacağım zevk arasında bir fark yoktur. Vicdanlı ve dürüst sorgulamam ve aldığım eğitim sonucunda buraya vardım.’’ [1]



Eğer bir Yaratıcı ve ahiret(veya reenkarnasyon) yoksa ahlaklı olmak ile ahlaksız olmak arasında hiçbir fark yoktur. İşte Bundy bunun farkına varmış ancak o hayatın anlamsız olduğunu düşünerek hayattan zevk almak için yaşamış. Özetle, " Zaten tesadüfen varım, kendi zevklerim için neden uyduruk ahlak yargılarıyla kendimi kısıtlayayım ki? " demiş Bundy.



Sartre ise şöyle diyor :


"... Dostoyevski, «Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu,» diye yazmıştı. (İşte bu söz, varoluşçuluğun Çıkış noktasıdır.) Gerçekten de, Tanrı yok ise her şey yeğdir (mubahtır), hiçbir şey yasak değildir. Bu demektir ki insan, kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir destek vardır, ne de dışında tutanacak bir dal. Artık hiçbir özür, dayanak bulamayacaktır yaptıklarına... " [2]



Seçiminizi yapın hayatınızın anlamı var mı yok mu? Benim hayatımın anlamı çocuğum, işim veya çok sevdiğim bir hobim  diyorsanız. Hayatın anlamını tekrar gözden geçirin, parçaya değil bütün resme bakmaya çalışın. Hobiniz, çocuğunuz, işiniz hayatta alacağınız her kararda size bir yol çizmeyecektir. Bir gün gelecek onları da kaybedeceksiniz. Ayrıca bunlar sizin neden iyi ya da neden kötü olmanız gerektiği konusunda veya hayatın anlamının ne olduğu konusunda bir cevap vermeyecektir. Sizi sadece biraz daha oyalayacaktır. Oyalanmak ve nehirdeki bir taş olmak isteyenlerin sorgulaması ümidiyle...

Biliniz ki, dünya hayatı oyundan, eğlenceden, süs ve gösterişten, birbirinize karşı övünmeden, mal ve evladı çoğaltma yarışından ibarettir. Bu hayat, ekini ve bitkisi çiftçisinin yüzünü güldüren bol yağmura benzer. Fakat bir süre sonra kuruyan bu bitki örtüsünün sarardığını görürsün. Arkasından da ot kırıntılarına dönüşür. Ahirette ise bir yanda ağır bir azab, öbür yanda Allah'ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir. 
Hadid Suresi 20. ayet


Kaynakça :

[1] http://selamahali.blogspot.com/2018/04/ahlak-101.html

[2] Sartre Jean Paul, Varoluşçuluk, İstanbul, Say Yayınları, 1985, s. 71


14 Aralık 2017 Perşembe

Kul-ALLAH ilişkisine farklı bir bakış



Özünde ve işinde iyiliği sonsuz olan ALLAH'ın adıyla,

Geçtiğimiz günlerde kıldığım bir sabah namazının dua ve tefekkür kısmında (son oturuş) ALLAH'ı övmeye ve O'na şükretmeye kelimeler ve cümleler arıyordum.Onun üzerimdeki nimetlerini sayıp bunları bana verdiği için teşekkür etmeyi düşünüyordum.Son zamanlarda da ALLAH'a nida ederken "Efendim" kelimesini sıkça kullanmaya başlamıştım.Bu iki durumun bir araya gelmesi ALLAH'ın bana lütfu üstüne bir lütfu oldu.Bunun neresi lütuf peki?

Ben bu duruma lütuf diyorum çünkü bu beni tefekkürde farklı bir boyuta taşıdı.Düşünün ki bir efendi ve bir kul var.Efendi statüsü gereği ondan üstün ve her zaman ona emreden konumundadır.Kul ise efendisi için bütün gün çalışıp,uğraşıp onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışır durumdadır.Bu bizim çevremizde ve tarihi süreçte gördüğümüz klasik toplumsal statülerdir.Ancak kul-efendi ilişkisi konu ALLAH(Rab) ve insan ilişkisi olunca klasik anlayışımıza uymayan bir ilişkiyle karşı karşıya kalıyoruz.

ALLAH yani Efendimiz bizi yaratıyor,bizi anne rahminde kararlı bir yerde büyütüyor(Mürselat/20-21),ihtiyacımızı orada karşılıyor,bizi dünyaya getiriyor,anne ve babamıza bizi büyütmesi ve koruması için içgüdü veriyor,bizi her daim koruyor,kolluyor,gözetiyor,yediriyor,içiriyor,mutluluk ve huzur veriyor,sevgi-saygı ve hazları veriyor,bizi güldürüyor,akıl ve bilinç veriyor,konuşma yeteneği, sonbaharda ağaçları görme yeteneği,kuşların sesini duyma yeteneği,sevdiğiniz insana yahut bir kediye dokunup hissetme yeteneği,vücudumuza muhteşem bir nizam veriyor ki bizim bu nizamın neredeyse hiçbir yerine müdahale etmemize gerek dahi kalmıyor.Özetle, sayısını tahmin dahi edemeyeceğimiz birçok nimet...(hayatınızı gözünüzün önünden bir film şeridi gibi geçirin)

Peki tüm bunları yapan kim? Rabbimiz yani Efendimiz. Efendi kulu için sayısız uğraşlar(nimetler) veriyor,hem de milyarlarca kuluna ayrı ayrı veriyor. Siz hiç kuluna bu emeği veren bir efendi gördünüz mü? Ya da siz hiç kulunu seven ve umursayan bir efendi gördünüz mü?

Peki ya kul? Siz hiç efendisinin hoşnutluğunu aramayan ve onun için bir şeyler yapmayan bir kul gördünüz mü? Ya da Efendisini reddeden bir kul(nimetlere rağmen)? Bu nasıl bir ilişkidir? Kul efendisi için kılını kıpırdatmıyor,Efendi kulu için onun yararına,onun iyiliğine her saniye her an bir iş-oluş gerçekleştiriyor.Sen ne güzel bir efendisin, ey Efendim! Ya sen kul,sen neden bu kadar nankörsün? Hadi sen de Efendin için onun rızası için bir şeyler yapsana elinden ne geliyorsa! Teşekkür et mesela arkadaşına,annene-babana ettiğin gibi.Ve ona kulluk et ve takdir et büyüklüğünü hakkıyla.Bu fakir sussun da Rab konuşsun artık.

14:34 -    O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.
22:66 - Size (ilk defa) hayat veren, sonra öldürecek olan, sonra da yeniden diriltecek olan O'dur. İnsan gerçekten pek nankördür. 
55:16 -    O halde siz, Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
2:152 - O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. 
11:123 -   Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a mahsustur. Bütün işler ona döndürülür. Öyle ise ona kulluk et ve ona tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
21:94 -     İnanmış olarak yararlı iş işleyenin emeği inkâr edilmeyecektir. Biz şüphesiz onu yazmaktayız.
53:62 -      Haydi ALLAH'a secde edin, ve O'na kulluk edin. 

Dipnot : Bu yazı aynı zamanda bir özsesleniştir.

Övgü ve şükür sadece ALLAH'adır.

4 Kasım 2017 Cumartesi

Sünnetin tartışılması yasaklandı(!)

Geçtiğimiz günlerde ülkeyi iki dudağı arasında bulunduran kişi , Türkiye'de sünneti tartışmaya açan bazı din adamlarından rahatsızlık duyduğunu belirtti ve kendilerini alenen tehdit etti.Sünnetin tartışılmasını bir neslin ifsadı (bozulması) olarak gördüğünü söyledi, ona göre bu neslin ihyası (dirilişi) sünnet-i seniyye imiş. Bu kişi artık bu ülkede sünnetin tartışılmasını yasaklıyor (!) Engizisyon zihinlerde kuruldu bile...







Hemen akabinde Cuma hutbesine de yansıyor malum kişinin tehditleri.Ve hutbede beyinler güzelce yıkanıyor.Şu hadis yine delil getiriliyor hutbede  :

“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” 

Pekala ya bu hadisleri ne yapacağız :

Yezid İbnu Erkam (r.a) anlatıyor : Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdular ki “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu. Allah’ın Kitabıdır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehli Beytimdir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınız da bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaktır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün” (K.S. 54 C. 2 S. 328-329 B. 1998 alıntısı Tirmizi, Menakıb 77.(3790) ) 

Resûlullah’a atfen Veda Hüdbesinde : “Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmayacaksınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır.” (Buhari. Kitabu’l - Hac cilt 4 sayfa 1648, Ötüken 1987)

Hangisine uyalım şimdi " biz cahil avam tabakası müslümanlar " olarak ?  Ruhban sınıfı bizim için sünneti de içine alan hadisi seçmiş , aksi takdirde "Ehli Beyt bizi nasıl hidayete erdirecek?" sorusu orada hazır, 3. hadis olsa din adamı sınıfı ortadan kalkacak.Devam edelim ne dediler hutbede :

" Biliriz ve iman ederiz ki Peygamberimize iman olmadan tevhit inancı olmaz. Peygamberimizi herkesten ve her şeyden daha çok sevmedikçe kâmil manada mümin olunamaz. Biliriz ve iman ederiz ki onun sahih sünnetine tabi olmadan gerçek anlamda İslam dini yaşanamaz. "
Haşa Peygamberimizi herkesten ve herşeyden (böyle dediklerine göre ALLAH da dahil) çok sevmedikçe mümin olunamıyormuş.Ruhban sınıfı Peygamber sevgisini ALLAH sevgisinin önüne geçirmeyenleri dinden attı.Yetti mi? Yetmedi. Onun "sahih" (bunu da yine ruhbanlar belirleyecek) sünnetine tabi olmayanlarıda İslam dinini yaşayaman kitleler olarak tekfir ettiler.

"Nasıl ki peygambere iman olmadan Allah’a imanın bir geçerliliği yoksa Peygamberimizin örnek hayatı, sireti, sahih sünneti ve hadisleri olmadan da Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak ve yaşanan bir hayata dönüştürmek mümkün değildir."

Peygamberin sahih sünneti ve hadisleri olmadan Kur'an anlaşılmazmış ve yaşanmazmış.Anlayıp yaşamıyorsak demek ki müslüman değiliz , ruhban sınıfı bizi yine cehenneme gönderme peşinde.

"Şu bir gerçektir ki; dünya ve ahiret saadeti hedefleyen her mümin, Peygamberimiz (s.a.s)’in sahih sünnetine tabi olmak durumundadır."
Yani ruhban sınıfı diyor ki ; "Sünnete tabi olmayanlar ahiretten bir şey beklemesin" , sözün Türkçesi bu.

"Aynı şekilde sünneti itibarsızlaştırmaya ve devre dışı bırakmaya yönelik anlayış ve gayretler de beyhude birer çabadan ibarettir. Unutulmamalıdır ki Allah Resûlü (s.a.s)’in sünnet-i seniyyesi üzerinden ötekileştirici, ayrıştırıcı bir takım söylemler; kardeşliğimizi, muhabbetimizi, birlik ve beraberliğimizi zedeleyecektir."
Kardeşlik ? Muhabbet ? Birlik ? Beraberlik ? Ruhban sınıfı belli ki hayallerindeki " sünnet-i seniyyeli ütopyaya " kafayı epey takmış. Alıntıları burada bırakacağım ileride ALLAH'ın sevgilisi olarak bahsi geçiyordu Peygamberimizin , onu buraya taşımak istemiyorum. Pekala şu tartışılması dahi yasaklanan sünnete bir göz atalım o zaman.Abdestten girelim :

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah’ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı: (Enes’ten bunu rivayet eden) Katade’ye:
“Bu sözü Enes’ten bizzat işittin mi? diye sormuştu:
“Vallahi evet!” diye te’yid etti.” (K.S.3675 C.10 S.466 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 125,(376); Ebû Dâvud, Tahâret 80,(200); Tirmizi, Tahâret 58,(78). ) 

Hz. Ali (r.a.) den, Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa ab dest alsın.” (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bab 80 C.1 S.366 H.203 Şamil, ayrıca İbni Mace tahâre 62. )

Malum kişi ve gerçeği gizleyen,gücün yanında duran ruhbanlara soralım.Hangisi Nebevi sünnet ??

Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.
“Ey Allah’ın Resûlü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine(cinsel organına) değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?)” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
“O, kendisinden bir parça değil midir?” (K.S. 3671 C.10 S.463 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 71,(182,183); Tirmizi, Tahâret 120,(1,101). Bu metin tirmizinindir.

Büsre Bintu Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.” (K.S.3672 C.10 S.464 Akçağ, alıntıları: Tirmizi Tah3aret 61,(82,83,84); Muvatta, Tahâret 58,(1,42); Ebû Dâvud, Tahâret 70,(181); Nesâi, Taharet 118,(1,100). )

Zekere değmek abdest gerektirir mi gerektirmez mi ? Ben avam tabakasından ilim yoksunu bir müslüman olduğum için anlamadım herhalde,ruhban sınıfını dinlemek lazım.


Ebu Hüreyre (Radıyallahu anh)’den nakledildiğine göre, Ebu Hüreyre mescit de abdest alırken yanına Abdullah İbnu Kârız gelir. Ona, Ebu Hüreyre şu açıklamayı yapar: “Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın “Ateşte pişen şeyler yiyince abdest alın” dediğini işittim.” (K.S.3681 C.10 S.472 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 90, (532); Nesâi, Tahâret 122,(1,105,106); Tirmizi, Tahâret 58,(79); Ebû Dâvud, Tahâret 76,(194). Bu, Müslim’in lafzıdır. Müslim’de Hz. Aişe’den buna benzer rivâyet mevcuttur. )

İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) koyun budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı.”
Buhari'nin bir başka rivayetinde: Tencereden eliyle etli kemik aldı” denmiştir.
Müslimin bir rivayetinde: “Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi” denmiştir. (K.S. 3686 C.10 S.474 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 50, Et’ime 18, Müslim, Hayz 91,(354); Muvatta, Tahâret 91, (1,25); Ebû Dâvud, Tahâret 75,(187); Nesâi, Tahâret 123,(1,108). )  

Sünnet-i seniyye işleri biraz karışık galiba...

Nesâi’nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca Kur’an okur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O’nunla Kur’an arasına perde olmazdı.” (K.S.3772 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvut, Tahâret 91, (229); Tirmizi, Tahâret 111,(146); Nesâi, Tahâret 171,(1,144. )
İbnu Abbâs (radıyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre, O cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir beis görmezdi.” ( K.S. 3773 C.10 S.550 Akçağ, alıntısı: Buhâri, Hayz 7 ) 

Bu liste böyle uzar gider... Daha devam etmek isterdim ama malumunuz sünnetin tartışılması yasak, belki başka bir zaman gerçek sünnetin yaşandığı aydınlık günlerde bunlardan bahsederiz.

ALLAH'a emanet olun. 

27 Ekim 2017 Cuma

Hicret ama ... ?

Selam,

Günlük hayatta yaşanılan sıkıntılar , psikolojik buhranlar ve imkansızlıklar... Tüm bunların üstüne, kafamdaki ayetler...

Biz bu Kuran'ı sıkıntı çekesin diye göndermedik. Taha/2

O halde kafamdaki ayetlerin benim canımı sıkması değil beni rahatlatması lazım.

İbrahim pislik(Tevbe/28) putperestlerden sırt cevirdi ve ;

Dedi ki, 'Ben Rabbime gidiyorum; O bana yol gösterir.' Saffat/99

Musa ve ezilenler ALLAH'ın emriyle göç ettiler ve Lut Peygamber ;

Yemin olsun, Mûsa'ya şöyle vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin yürüt! Denizde onlar için kuru bir yol aç! Size yetişecekler diye korkma, endişelenme.!  Taha/77

Bunun üzerine, Lût, İbrâhim'e inandı. İbrâhim, “Doğrusu ben, Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir” dedi. Ankebut/26

Ve teslim olmuş gençler de ;

"Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın."  18/16

O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla." 18/10

ALLAH'ın müjdeleri :

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat edenler, Allah katında derecesi en büyük olanlardır. İşte onlardır kurtuluşa erenler. Tevbe/20

Allah yolunda hicret eden sonra öldürülen veya ölenlere gelince elbette Allah onları güzel rızkla rızklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır. Hac/58


ALLAH'ın elçilerini ve inananları örnek alıp hicret gerek..

ALLAH'ın uyarı ve müjdelerini dikkate alıp hicret gerek..


En çok etkilendiğim ayet ise ;

Kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken melekler: 'Ne halde idiniz,' derler. 'Bizler yeryüzünde ezilmiş kimselerdik,' diye cevap verirler. 'ALLAH'ın yeri geniş değil miydi ki oralara göç etseydiniz,' derler. Onların yeri cehennem. O ne kötü bir dönüş noktası. Nisa/97

Kim ALLAH yolunda göç/hicret ederse yeryüzünde barınacak çok yer ve bolluk bulur. Kim ALLAH'a ve elçisine göç etmek için evinden çıkar ve sonra kendisini ölüm yakalarsa, ödülünü vermek ALLAH'a düşer. ALLAH çok bağışlayandır, çok merhametlidir.  Nisa/100


Rabbimiz gerekli garantileri vermiş aklını kullanarak ALLAH yolunda hicret edenler yer de nimet de bulur. O halde çürümüş bir topluluktan neden ALLAH'a hicret etmiyoruz ?  Neden elçiler gibi olamıyoruz, neden bir grup inanan genç gibi " karakter " ortaya koyamıyoruz ? Neden ALLAH'ın hicret ayetlerini unutuyoruz ?

Eğer içinde bulunduğumuz koşullardan rahatsızsak, göç edebiliriz.Üstelik bunun bize artıları da olacak ; yeni nimetler, daha iyi şartlar gibi. Taha/2'de olduğu gibi bu ayetler sıkıntı çekmek için değil,huzur vermek için gönderildi.Hicret esasen birçok sıkıntıdan bizleri kurtaracak bir yol.

Tüm bunlara rağmen bizler göç etmiyor,bahaneler uydurup arkasına saklanıyoruz.

Sahi ben/biz gerçekten teslim olduk mu ? Hicret edecek kadar...


13 Ekim 2017 Cuma

Allah ile ticaret / Allah'ın yardımcısı olmak

İlk bakışta başlık sizi ürkütebilir. “Ne alaka Allah ile ticaret mi yapılır?” yahut “Allah'ın yardımcıya ihtiyacı mi var?" diyebilirsiniz. Demeyin, çünkü bunlar benim iddialarım değil , Allah'ın ayetleridir. Allah ile ticaret ve alışveriş yapabilirsiniz.Ayrica dilerseniz Allah'ın yardımcısı da olabilirsiniz.

Ey inananlar, size, sizi acı azabdan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?Saff / 10

Rabbimiz bize bir ticaret gösteriyor.Vaadiyse acı azabdan kurtulmak.İlginctir ki önce vaadini ortaya koyuyor, ardından isteğini söylüyor.

Allah'a ve Elçisine inanır, Allah yolunda malınız ve canınızla cihad ederseniz, eğer bilirseniz bu sizin iyiliğinizedir. Saff / 11

Ticaretin bizi bağlayan şartlarının ilki kendisine inanmamiz,yani yapacaklarimizi ve ortaya koyduğumuz emeği gösteriş için , makam , mevki için degil Allah rızası için ve Allah yolunda yapmamiz. Ve  tabiki onun Elçisine inanarak, eğer Elçi'ye  inanmazsak mesaja ulaşamayız,bizzat Allah'ın bize gönderdiği bilgi ile hareket edemez,Allah adına Allah'tan bağımsız uydurduğumuz şeyler ile hareket ederiz.Peki sonra ne yapacağız ? ALLAH yolunda, ALLAH'ın davasında , ALLAH'ın gönderdiği mesajı yaşatmak uğruna cihad edeceğiz. Nedir Cihat ? Dünyaya hakim olmak mı ? Kılıç ile tüfek ile başka kavimlerin yurduna girip kelle uçurmak mı ? Onların dünya hayatına son verip , ahiret için uyarılmalarını önlemek mi ? ALLAH'ın verdiği canı keyfe göre almak mı ? Yeryüzünü kana bulamak mı ? Yoksa cihat toprakları değil de gönülleri fethetmek mi ? İlahi mesajdan habersiz ölü gönülleri diriltmek mi ? İyiye ve güzele , en güzel şekilde davet etmek mi?

 Sen inkârcılara boyun eğme ve onlara karşı bununla(Kur'an) büyük cihad ile cihad et! Furkan/52

İşte cihad kainattaki ayetleri gözlere , vahyi ise kulaklara ve tüm bu beyyineleri/delilleri gönüllere aktarmaktır.Ne ile yapacağız cihadı,cihadımızın silahı ne olacak ? Furkan/52 cevabı veriyor.

Günahlarınızı bağışlar ve sizi içinden ırmaklar akan bahçelere ve Adn bahçelerindeki güzel meskenlere sokar. Büyük başarı işte budur. Saff/12

Ya diğer ödüller nedir , azabdan kurtulmaktan başka işte ayet müjdeleri sıralıyor.Günahları boyunu aşan kullar endişelenmeyecek,eğer bu ticareti hakkıyla yapıyorlarsa,günahları bağışlanacak ve onların meskeni hayalini dahi kuramadıkları saklı bahçeler/cennetler olacak.Ve bu hayattaki  gerçek başarı da işte budur.Bizim başarı saydıklarımız ALLAH nezdinde başarımıymış bir gözden geçirmemiz gerek.

Ey inananlar! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da Havarilere; “Allah’a giden yolda, benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de; “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, onlara düşmanlık yapanlara karşı destekledik. Böylece üstün geldiler. Saff/14

İsa Mesih'in davasında ona ve dolayısıyla ALLAH'a yardım eden Havarilerdeki cesareti,kararlılığı ve amaçlılığı ALLAH son kitabına konuk etmiş,onları bize bir rol model olarak tanıtmıştır , aynı Ensar ve Muhacir rol modelinde olduğu gibi.İşte o Kur'an ayetlerinde Elçiye itaat , Elçiye destek (salat / salavat) onun mesajına ve davasına sahip çıkıp onun yol arkadaşı,yoldaşı olmaktır.Ve ALLAH yardımcılarına mesajı dünyaya hakim kılmayı müjdelemiyor,inananların ve yalanlayanların olacağı gerçeğinin haberini veriyor.Asıl müjdesi ise onları düşmanlık yapanlara karşı üstün tutmak oluyor.

Rabbimiz bizi ALLAH yolunda mücadele eden,uğraşıp didinen, gerekirse malından gerektiğinde canından vazgeçen , inancını/davasını hayatına şahit tutmuş,mücahid ve şehidlerden eylesin. 

Selam üzerinize olsun. 


11 Ekim 2017 Çarşamba

Kur'an okuma ve yorumlama metodları ve öneriler



Selam üzerinize olsun,

Bu yazıda benim Kur'an okuma ve yorumlama metodum üzerine bilgi vereceğim,ve birkaç takip önerisi sunacağım,faydalı olur ALLAH'ın izniyle.Kısaca Kur'an ile tanışmamdan bahsedeyim.Ortalama Müslüman bir ailede doğdum,Anne ve baba tarafım Şii olsada bizim çekirdek aile Sünniydi(şuan mezheplere onlarda karşılar).Oruç ibadeti dışında bir ibadetin gerekliliği yerine getirilmez,Kadir gecesi ve kandiller dışında pek namaz kılınmazdı,ancak dini programlar izlenirdi.Bende ALLAH'a ibadet etmeden ve Kur'an okumadan uzun yıllar geçirdim.Ara sıra Cuma namazına gider,nadiren de Arapçasından(latin harfleriyle) Kur'an'dan Yasin okurdum.Yani ALLAH ve onun kitabı hayatımda yoktu,sadece kimliğimde din hanesinde vardı.Sonrasında bir namaza başlama ve kötü alışkanlıkları bırakma serüvenim oldu(babamdan etkilendiğimi söyleyebilirim). Ancak üniversitede namaz kılmıyor,kaza edip evde kılıyordum.Bunu neden yaptığımı kendim de çok iyi biliyordum,toplum ne der düşüncesiydi bu tam da.

Gel zaman git zaman,Kur'an'ın söylemediği, abdesti bozan bir durumun varlığına dair bir hadisi(burada zikretmeyeceğim) sorgulamaya başladım.Bu hadis yüzünden birçok namaz kaçırdım,hem durum elimde olan bir şey de değildi.Bu yüzden çok sorgulamalar ve zorluklar çektim,namazı bıraktığım düşünülmesin diye (abdestsiz de olduğum için) odaya geçip kılıyormuş havası verdim.Ancak sonra Ali Akın ve Abdulaziz Bayındır'ın Hadisler üzerine şu konuşmasını dinledim,bunun üzerine araştırmaya,sorgulamaya başladım.Sonrasında Kur'an'da ki dine bakmaya ,Kur'an okumaya başladım.İlk okuduğum meal Diyanet Vakfı'nın mealiydi. Gördüm ki Kur'an bambaşka bir kitapmış,hayal ettiğim gibi değilmiş.ALLAH sizinle konuşuyor gibi, ve ALLAH tarafından gönderildiği çok belliydi sanki.20 günde Kur'an'ı notlar alarak bitirdim.Döndüm takıldığım yerlere baktım.Sonrasında güzel insanlarla tanıştım,öneriler kısmında isimlerini belirteceğim. ALLAH'a şükürler olsun yavaş yavaş,üstüne katarak,hataları düzelterek bugün iyi bir duruma geldim.

Bugünkü okuma ve yorumlama metodum ise kısaca maddeler halinde şöyle ;

1-Tek meal üzerinden bir okuma yapmamaya çalışıyorum.

2-Kelime kelime Arapça çevirili internet sayfalarından ya da sözlükten orjinal Arapça'dan kendim düz bir çeviri çıkartıyorum ve 40 küsür Kur'an Mealini karşılaştırmalı okuyorum.

3-Daha sade ve parantezsiz mealleri tercih ediyorum.

4-Ayetleri bağlamında okumaya gayret gösteriyorum,öncesindeki ve sonrasındaki ayetler ve o sure ile olan ilişkisini koparmamak adına.

5-O ayet ile bağlantılı diğer ayetleri bulup beraber değerlendirme yapıyorum,Kur'an'ın bütünlüğünü bozmamak için.(Kur'an'daki sıralamanın kronolojik olmamasından dolayı)

6-Çok net görüşler,yargılar ve hükümlere varmaktan olabildiğince kaçınıyorum.Birden fazla yorumlanabilme kapısını açık bırakıyorum(Kur'an'a genel anlamda uygun olmayan yorumlar hariç).

7-"Ayetler birbirini açıklar." ilkesini benimsiyorum.(Hud/1-2) Ve bu ilkeyi benimseyen tefsir bilginlerinin tefsirlerini okumaya çalışıyorum.

8-Kur'an kavramlarının çok anlamlılığına dikkat ediyorum.Biliyoruz ki bir kavram her yerde aynı anlama gelmez.

9-Kur'an hakkında bilmediğim konuya bilmiyorum diyorum.

10-Ayetlerin hepsinin evrensel olduğuna inanıyorum,yorumlarımda ve okumalarımda buna dikkat ediyorum.



Önerebileceğim kişiler ve kaynaklara gelince ;

Çeviri için Play store'dan " Tevakku Arapça Sözlük " uygulamasını(ücretsiz) indirebilirsiniz,Yine mağazadan "İkra" uygulamasını(ücretsiz) indirerek ya da www.mealler.org adresinden kelime kelime çeviri ve birçok meali takip edebilirsiniz.Ayetler arasındaki bağlantı için kuranasor.com adresini şiddetle tavsiye ederim.Yine kuranmeali.eu adresinden Kur'an'daki bir kelime başka nerede geçmiş (çekimli,çekimsiz) kolayca öğrenip bağlantı kurabilirsiniz.Youtube'dan birçok tefsir dersi dinleyebilirsiniz.(7.maddeye uygun)

Dinlemek için,kitaplarını okumak için önereceğim kişiler ; Mehmet Okuyan,Caner Taslaman,Edip Yüksel,İsrafil Balcı,Mustafa İslamoğlu,Emre Dorman,Bayraktar Bayraklı,Abdulaziz Bayındır,Yaşar Nuri Öztürk,Ali Akın,Sonia Cihangir,İhsan Eliaçık,Saadettin Merdin,Münib Engin Noyan, Hakkı Yılmaz,Servet Bayındır,Muhammed Nur Doğan,Hamdi Kalyoncu,Enis Doko,Alper Bilgili,Fazıl Kayıkçı,Sinan Canan,Vedat Yılmaz,Yahya Şenol,Fatih Orum,Zeki Bayraktar,Fehmi İlkay Çeçen,Hüseyin Kemal Gürger,Erdem Uygan,Ahmet Murat Sağlam,Gürkan Engin ,Kuran Araştırmaları Grubu'dur.Saydığım kişiler için bir sıralama yapmadım.Ayrıca çok net ifade edebilirim ki yukarıdaki kişilerin hiçbirinin müridi ve mukalliti değilim , hepsinin eleştirebileceğim noktaları vardır.Özellikle içlerinde görüşlerinin bir kısmı ciddi tutarsızlıklar taşıyan kişiler var size tavsiyem şu ayeti uygulamanızdır :

Onlar ki sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.İşte bunlar ALLAH'ın doğru yola ilettiği kimselerdir,akıl sahipleri de onlardır.Zümer/18



Not: Yazılarımın ne kadar okunduğunu bilmiyorum,kafamda çok fazla sayıda konu var bu yüzden ne yazacağıma da karar veremiyorum.Yazılarımda ihtilaflı konulardaki düşüncelerimi mi yazmalıyım yoksa serbest bir şekilde Kur'an ayetlerinden hayata dair çıkarımlarımı mı ? 

ALLAH'a emanet olun,iyilikle kalın ve hoşça kalın.